"Biz tutuklamalar, işkenceler ve gözaltılarla karşılaştık. Ancak bu zorluklara rağmen, misyonumuzu sürdürüyoruz. Avukatların insan hakları ve özgürlük mücadelesi zayıflamadı, aksine biz buna inanıyoruz; bu mücadele, inşa ettiğimiz değerler ve yaptığımız fedakarlıklar sayesinde bugün her zamankinden daha güçlü bir şekilde devam ediyor. Yeni meslektaşlarımız, adalet için bu savaşı sürdürüyorlar ve bu bize umut veriyor."
Didem Baydam Unsal'ın gülümsemesi etkileyicidir. Sadece avukat olduğu, ilerici avukatlar derneği (ÇHD) üyesi olduğu için terörizm suçlamasıyla tutuklanmasına ve eşi Aytac Unsal'ın uzun süreli gözaltına alınmasına rağmen, Ebru Timtik’in 238 gün süren açlık grevi sonrası yaşamını yitiren hücre arkadaşı olmasına rağmen, umudunu kaybetmemektedir. Ve kendi ülkesi olan Türkiye'de, demokrasi ve hakların kazanabileceğine inanıyor; bu konuda tüm uluslararası toplumu yardım için çağırıyor. «Çok teşekkür ediyorum öncelikle. Soruları cevaplamaya geçmeden önce sevgili Aytaç’ın, eşimin, özel selamlarını ve sevgilerini getirdim size. Onu iletmek isterim».

Türk avukatlarının mücadelesi hakkında konuşmanızı isteyerek başlamak istiyorum. Durumun şu anda nasıl olduğunu ve geçmiş yıllarda nasıl olduğunu anlamak istiyorum?

Biliyorsunuz biz hem Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) hem de Halkın Hukuk Bürosu avukatları olarak ülkemizde adalet mücadelesinin her daim bir şekilde öncüsü olmaya aday avukatlardık ve çeşitli gözaltı, işkence ve tutuklama deneyimleri yaşadık ve bunları yaşadığımız halde bu sorumluluğu yerine getirmeye devam ettik. Biz avukatların hak ve özgürlük mücadelesinin sekteye uğradığını düşünmüyoruz, aksine yarattığımız değerlerle ve ödediğimiz bedellerle bu sürecin devam ettiğini ve yeni meslektaşlarımızın adalet mücadelesini devam ettirdiğini düşünüyoruz, bu yüzdende umutluyuz. Örneğin geçtiğimiz günlerde ÇHD’nin 50. yıl etkinlikleri başladı. Bundan dolayı çeşitli etkinlikler konferanslar yapılıyor. Bir tanesi de burada İzmir’de yapıldı. Kriz temalı. Ülkemizde ve dünyadaki krizlere değinildi.

Bir süre hapiste kaldınız. O deneyim nasıldı? Türk hapishaneleri nasıl bir yer?

Farklı bir deneyimdi. Ben tutuklandığımda 2,5 yıllık yeni bir avukattım. Tutsaklık demek yalnızca kapatılmak değil. Çok fazla yoksunluk ve özlem demek. Hepsini anlatmak için belki filmler çekmek ve kitaplar yazmak gerekir. Avukat olarak müvekkillerimin yanında bir tutsaklık yasadım. Onları yakinen tanıdım. Oradaki sorunların yakıcılığını bizzat kendim de deneyimlemiş oldum. Dolaysı ile onların avukatlığını içeriden yapmayı deneyimlemiş oldum. Onlar için olduğu kadar benim içinde farklı bir deneyimdi. Farklı hapishanelerde kaldım, koğuş tipi, hücre tipi, yüksek güvenlikli hapishanelerde kaldım. Üç farklı hapishanelerde bulundum. Sürgün sevk edildiğim için. Haksızlıklara karşı durmaya devam ettiğim için aslında sürgün edildim diğer meslektaşlarım ile. Buralarda da hukuki ve demokratik mücadeleye devam ettim müvekkillerim ile. Örneğin sohbet hakkı, kitap ve yayın hakkı, sağlık hakkı veya koşullu salıverilme hakkı gibi pek çok hak ile ilgili uygulamalarda siyasi tutsaklara ayrımcılık yapıldığını çok rahat söyleyebilirim. Bunulanda mücadelemiz oldu. Elbette adli tutuklu ve hükümlülerde haksızlığa uğruyor. Onlar ya bunun farkında değil ya da haklarını bilmiyor. Haklarını bilmediklerini içinde bastırılıyorlar. Bizler siyasi tutsaklar olarak onların da haklarını savunmaya çalıştık. Nihayetinde onlarda bugüne kadar savunduğumuz emekçi halkın bir kesimi idi. Türkiye’de hapishaneler deyince, türü ne olursa olsun, tecrittin git gide yoğunlaştığı bir tecrittir. Mimarisi ile, fiziksel koşulları, uygulamaları insanı insan olmaktan çıkartmak için özel tasarlanmış, bunu bizzat yerinde gördüm. Disiplin cezaları bunun için yapılıyor. Ziyaret cezaları veriliyor. İnsanlar aileleri ile görüştürülmüyor. Şu an mesela Aytaç’ın görüş cezası var. Veya hukukçu dahi olmayan hapishane müdürleri, idari birimler mahkeme gibi bizi yargılıyor ve koşullu salıverilme hakkımızı engellemek için gerçek dışı beyan ve tutanaklar hazırlıyor. Örneğin ben hükmümün infazının tamamını yattım. Çünkü koşullu salıverilmek için iyi halli olmadığım, topluma karışmaya hazır olmadığım, islediğimi iddia ettikleri suça ilişkin her hangi bir pişmanlık göstermediğim gerekçesi ile resmi kayıtlara bu şekilde geçti. Bu gibi hak gaspları yaşadım.

Aytaç şu anda nasıl? Dış dünyaya hangi mesajları gönderiyor?

Aytaç aslında her zaman moralli. Ve direngen. Bunu biliyoruz zaten. Ölüm Orucu sonrasında hepimizin bildiği üzere bir takım sağlık sorunları devam etti ve hapishanede tedaviye devam etmek durumunda kaldı ve tecrit koşullarında bu olabildiğince zor. Hastane sevkleri bir problem. Zaman zaman belli birimler getirip, doktorlar kelepçeli muayene yapıyor veya jandarma yani dış güvenlik personelinin müdahalesi ile doktor etki altına alınıyor ve tutsak kelepçeli şekilde muayeneye zorlanıyor. Böyle durumlarda Aytaç’ın tedavi olamadan hastaneden geri döndüğü oldu. Ya da sevk tarihleri güvenlik gerekçesi ile iptal ediliyor. Son dönemlerde yaklaşık 2 ay önce sanırım, Aytaç’ı tehdit eden bir üst rütbeli jandarma personeli belirdi. Aytaç’ı hastaneye götürürken, ortada hiçbir sorun yokken, kendisine kişisel husumet besleyen ve taciz edici sözlerde bulundu ve itip kalktı Aytaç’ı ve şöyle dedi, ‘Sizin yeriniz hastane falan değil aslında, mezarlar, sizi oraya da koyacağız, zamanı gelecek’ gibi şeyler söyledi. Bu konuda hukuki süreç başlattık, suç duyurularında bulunduk. Hatta İtalyan Barolar Birliğinden de meslektaşlarımızda geldiğinde Aytaç anlatmış. Onlarda bu konuda birtakım başvurular yapmayı teklif etmiş. Süreç devam ediyor. Böylesi şeyler yaşıyor Aytaç. Aytaç şuanda Edirne F tipi hapishanesin de kalıyor. F tipi hapishanelerde tek kişilik ve üç kişilik hücreler var. Aytaç üç kişilik bir hücrede. İki müvekkili ile kalıyor ve hastaneye götürülürken diğer iki müvekkilinin de hastane sevki aynı gün ve saatlerde olduğu halde, diğer iki müvekkili yani 24 saat beraber kaldığı, aynı odayı paylaştığı kişilerden ayrı götürmeye çalışıyorlar. Sivil bir araç ile götürmeye çalışıyorlar. Müvekkillerini de askeri araç ile. Çünkü Aytaç’ın onlara moral verdiğini düşünüyorlar muhtemelen. Ayırmaya çalışıyorlar. Ve Aytaç’ın sürekli bir sistematik, psikolojik işkence hali var. Özellikle bu son adil yargılanma hakkı için Ölüm Orucu yaptıktan sonra tutuklanmasında çok özel bir muamele görüyor. Aynı şekilde mahkemelere götürürken de Aytaç’ı tek götürmeye çalışıyorlar. Aytaç bunu kabul etmediğinde, müvekkilleri buna karşı çıktığında haklarında bir sürü üst üste disiplin cezaları ve soruşturma açılıyor. Bundan dolayı bir sürü cezaları var, iletişim cezaları, görüş cezaları, yıllara varan cezalar bunlar. Belirli aralıklarla bunları uyguluyorlar. Toplu bir zehirlenme vakası yaşandı bu hapishanede, kişisel değil tahminen ama sıcak Ağustos ay idi. Yemekler bozulmuş bir şekilde ve etkilenenler olmuş. Aytaç Ölüm Orucundan çıktığı için vücut direnci ve bünyesi daha hassas. Bu nedenle onun zehirlenmesi ciddi oluyor. Baygınlık geçiriyor. Arkadaşları hastaneye gitmesi için başvuruda bulunuyor idareye. İdare Aytaç’ı hastaneye götürmüyor bilinci kapandığı ve bayıldığı halde. Sadece ambulansta basit bir müdahale yapıyorlar ki kayıtlara geçmesin hapishanelerde tutsakların zehirlenmiş olduğu. Bunu bile yarım yamalak yapıyorlar ve tedavisi ne kadar oldu bilmiyoruz. O günden beri, zehirlendiği Ağustos ayından beri kilo almıyor mesela, yeniden çok zayıfladı ve şuan da çok sağlıklı görünmüyor bana her ne kadar iyiyim dese de. Bütün bu anlattıklarıma rağmen Aytaç’ın moral gücü ve direnci çök yüksek çünkü haklı olduğuna inanıyor. Mücadelesinin haklılığına inanıyor. İçeride ve dışarıda bunun sürdüğünü gayet iyi biliyor. Bizlerden de biliyor. Gündemi de takip ediyor. Şöyle düşünüyor, halkımıza ait dayanışma ve yardımlaşma değerleri, dar günde yanlarında olma ve ne olursa olsun gerçekleri savunma gibi değerlere sıkı sıkı sarılmak gerektiğini düşünüyor. Yani dışarıya çağrısı genel olarak şu, adalet mücadelesinden kopmamızı istiyorlar çünkü mücadelemiz haklı ve bu haklı mücadeleden asıl onlar korkuyorlar. Bize korkmanın hiçbir faydası yok ama zararı çok. Mücadeleye ve mücadele edenlere sıkı sıkı sarılın. Çünkü onların krizleri arttıkça daha çok saldırıyorlar diyor. Simona senin ile görüşeceğimi söylediğimde mesajı böyleydi.

Türkiye'de avukatlar ve insan hakları savunucuları için mevcut yasal ve siyasi durum nedir?

Öncelikle meslek örgütümüz olan baroların mücadelesinden söz edebiliriz. Fakat yetersiz çünkü belli bir statüyü koruma çabası var ve cüret olmuyor buralarda. Tabii ki muhalefetin güçlü olduğu halkın öfkesinin sokaklara taştığı zamanlarda bu cüret dönemsel olarak artıyor ama kesintisiz sürmüyor. Fakat yasal statüsü bulunan dernekleri var avukatların, Çağdaş Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği bunlardan bazıları. Uluslararası örgütler ile de temasları ve iş birlikleri var. ELDH, Lawyers for Lawyers gibi. Ancak ülkemizde savunma mesleği uzunca bir suredir tehdit altında. Bu da bir gerçek. Daha gecen hafta ÖHD’li bir meslektaşımız mahkemede savunma yaptıktan sonra duruşma solunun hemen önünden alınarak tutuklandı. Tabii ki de onulanda dayanışma gösterdi meslektaşlarımız. Bu nedenle derneklerimiz aslında büyük oranda tutuklu meslektaşlarımızın kampanyaları ile meşgul oluyor ne yazık ki. Yani birbirimizin avukatlığını yapmak en temel görevimiz haline geldi ama genç meslektaşlarımız sayesinde çeşitli komisyonlar aracılığı ile çalışmaya devam ediyoruz. İşkenceyi önleme komisyonları, hapishaneler komisyonları, maden ve çevre komisyonları. Biliyorsunuz ülkemizde maden katliamları sıklıkla vuku bulmaya başladı. İşçi hakları komisyonları çalışıyor, aktif çalışmalarına devam ediyor. Bunlar kıymetli isler. Paneller, sempozyumlar yapılıyor, basına demeçler veriliyor. Bir şekilde halkın aydınlanması sağlanmaya çalışılıyor. Birçok avukat tutuklu bugün ülkemizde ve büyük çoğunluğu da tehdit altında ama mücadele her zaman devam ediyor. Bu da umut verici elbette bizim için.

Aytac ve Türkiye'deki diğer siyasi tutukluların durumu hakkında uluslararası topluma ne mesaj göndermek istersiniz?

Ülkemizde ve aslında yönetememe krizi olan her ülkede olduğu ve var olacağı gibi suni gündemler yaratılıyor. Gündemler sürekli değiştirilerek insanların kafası meşgul ediliyor. Sayısız adaletsizlik var. Siyasi tutsakların yaşadığı hak ihlalleri neredeyse duyulmaz hale geliyor bu kadar yoğunluktan kaynaklı. Yönetememe krizi içerisinde olan iktidarlar onların unutulması için elinden geleni ardına koymuyor. Çünkü onlar toplumun hafızası ve vicdanı. Hepimiz biliyoruz ki en aydınlık kesim şu an içeride olan siyasi tutsaklar. Öngörüsü, politik tavrı net olanların seslerini kısmaya çalışıyorlar içeride. Bunun farkında olmak lazım diye düşünüyorum. Çok fazla hak ihlali, sansür ve engel ile karşılaşıyorlar ve yine de halka bilinç taşımaya çalışıyorlar. Gündemi takip etmeye, gerisinde kalmamaya çalışıyorlar. Ne kadar haklı, umutlu ve dirençlide olsalar nihayetinde onlarda insan. Makine değiller hepsinin duyguları var. Özlemleri var. Hayalini kurdukları özgür dünyaya kavuşmayı arzuluyorlar. Onları yalnız bırakmamak, onlarla her türlü iletişim kanalını açık tutmak gerekiyor. Devam eden davalarını yakinen takibini ve basın yolu ile yaşadıklarının duyulmasını ve bilinmesini sağlanması ve pek çok farklı şekilde destek olunabileceğini düşünüyorum ben. Somut olarak da sizden Aytaç’ın mesai arkadaşları olan avukat Seda Şaraldı ve Avukat Betül Vangölü Kozağaçlı’nın önümüzdeki günlerdeki duruşmalarını duyurmanızı isteyebilirim.

Türkiye'deki ilerici avukatlar ve insan hakları hareketi için geleceği nasıl görüyorsunuz?

Ülkemizde avukatlar sürekli adaletsizliğe maruz kalanlar. Veya her türden adaletsizliğin en yakın tanıkları olarak da olsa oldukça duyarlı. Ama elbette bu yine yeterli değil. Ülkemizin en büyük sorunu yargı. Adaletsizlik ve yargıdaki kriz en güçlü şekilde bir teşhir ile geriletile bilinir. Sessizce bekleyerek bu adaletsizliğin son bulmayacağını düşünüyorum. Ödenen bedeller ağırlaştıkça, tutuklama tehditleri arttıkça ve dışarıda kalan avukatlarında sayıları azalıp çember daraldıkça sesimiz kısılabiliyor. Fakat bize unutturulmaya çalışılan gerçek, orada öyle duruyor. O gerçekte şu ki, biz birlikte olursak güçlü oluruz. Daha gür çıkar sesimiz. O zamanda domino taşları gibi yıkamazlar bizi.

Ülkenizdeki adalet ve insan haklarında gerçek bir değişim için sistemin zalimliğine rağmen hangi umutlar kaldı?

Hiçbir zorluk aşılamaz değil, hiçbir bedel ödenmez değil. Ve bedel ödenmeden de beklenen günlere erişilemeyeceği ve özlemlerin gerçekleşmeyeceği bir gerçek. O nedenle bize uygulanan zulmün öfkesi ile daha büyük bir güç ile mücadele etmeye çalışıyoruz aslında hepimiz. Bir şekilde adaletsizliği bir nebze olsun önleyebilmek, önüne set çekebilmek, onu yavaşlatabilmek önemli bizim için. Adaletsiz bir sistemin teşhiri, tıpkı kapitalizm gibi, adaletsizliğinde kendi mezar kazıcısı olduğunu unutmamak bizim için önemli. Çünkü adalet mücadelesi var oldukça adalet özlemi yenecektir, adaletsizlikler öyle ya da böyle son bulacaktır. Yozlaşmanın ve çürümenin en yoğun olduğu dönemlerde bir şeyler yeni baştan yaratılacaktır. Dolayısıyla mücadele er ya da geç sonuç verir. Buna olan inancımız, umudumuz, bugüne kadar bu uğurda ödediğimiz bedeller, halkımızın adaletsizliğe uğradığı her olay, biriktirdiğimiz değerler mücadele etmek için bizim için yeterli bir nedendir. Mutlaka bir şeyler değişecektir. Evet küçük adımlar ile, evet yavaş yavaş ama mutlaka Birgün, çünkü mücadele varsa her zaman umutta vardır. Teşekkür ediyorum tekrar duyarlılığın için. Tanıştığıma çok memnun oldum. Umarım buralara ziyarete gelebildiğinde görüşebiliriz. Zira benim yurtdışına çıkış yasağım var hala. Birkaç yıl daha avukatlık yapamayacağım. Ancak meslektaşlarıma destek ve dayanışma için duruşmalarında bulunabileceğim ama haberim olursa seni görmek isterim.